Miltiadis Nomidis öncesine dayanır efsaneler ve Librairie de Pera adlı sahaf kitabevi, söylenceler zincirinin yaşandığı yer. Uğur Güracar söyleşisi..

Featured — By on August 21, 2011 at 12:08 pm
Söyleşiye yalın bir dille dosdoğru açıktan girdim:
 ‘Günümüzde Türkiye’de sahaf var mı Uğur Bey,’ dedim.
Çevreye baktım.

Bir kahkaha tufanı ile:

‘Günümüzde sahaf! Tekin Bey, bendeniz, işte sahafım. Hasbelkader sahafım yani..işte’ dedi.

İkirciksiz içtenlikle gelen bir sesti bu.

Doğaçtan bir ses bu kez benim içimde coştu tutamadım kendimi, dedim ki:
 ‘Peki mutlu musun yani, mutlu musun Uğur Bey?’
Kitap neden mutsuz etsin insanları, diye hızla düşündüğüm sırada o yanıt verdi.

“Ben mutluyum! Mutluyum, şöyle, ben istediğim bir şeyi yapıyorum. Romantik bir şey yani benim için. Bunu yapmak zorunda olmadım. Belki şu an yapmak zorundayım ama, çünkü misyon gibi de sırtıma yüklendi, vesaire.. bir de artık bu yaştan sonra başka bir şey yapabilme şansım olmadığı gibi.. böyle bir şansı da zorlamak istemem.”

Değerli İzleyici,
Kitaplarla olan söylenceleri pek çok yerde dinledim.

Her söylence bir kitap adı ile açılır, bir kitap sayfasının kapanışı gibi yarı açık durur.
İnsanlar kitaplara, kitaplar da insanlara benzer, sözünden sonra bunu böyle algılar oldum.
Neden insanlar kitaplara benzer? Bence de asıl soru budur! Söylence insan, söylence kitap olur ve bir sahafın en yakın yaşam alanında gelir durur.
Başka yeri yoktur kitabın. Evsiz, yurtsuz ocaksız kaldığında o kitap bir sahaf yaşamına sığınır. 
Librairie de Pera adlı sahaf kitabevi de böyle bir kitap sığınma yurdudur.
Şöyle ki, yüz yıla bile sığmayan taşan bir efsane ocağıdır da burası.
Miltiyadis Nomidis öncesine dayanır efsaneler ve yaşadığı dönemde onun çok tanınmış bir bizantolog olduğu da bilinir.
Librairie de Pera’yı 1984 yılına kadar Talya Nomidis yönetir ve gedikli müşteri ve müdavimlerinden Uğur Güracar’a o yıl kitabevini devreder.
Efsaneler zincirinin yaşandığı bir yer. Söyleşiyi izleyelim.
Sevgi içtenlik…

Tekin SonMez, 16 Ağustos 2011, Pera, Beyoğlu

Uğur Bey ailede ne var, anne, baba.. sahaflık var mı, arkaik bir İstanbul var mı ailede?
Anne tarafım evet, birkaç yüzyıldır İstanbullu.

Ya kitap? Kitaplı bir ortam var mıydı, çocuklukta?

Kitap okunurdu yani, şöyle bir şey var mesela. Annem beni uyutmak için, benim okuma yazma bilmediğim çağımda İnce Memed’i okumuştur bana.

Farklı ortamlara doğanlar için farklı yollar belirir de…

Tabii tabii, kitap şu! Nermi Uygur, biliyorsunuz felsefeci, onun çok güzel bir tabiri vardır, kitap tek kişilik bir yangındır, der. Hakkaten kitabın böyle bir özelliği var, yakar insanı.. böyle tutuşturur. Kitabın yakıcı, tutuşturucu özelliğinden ben de nasibimi aldım. Evet, iki defa okudum, iki farklı formasyon aldım. İki farklı diplomam var, fakat ikisini de yapmadım.

Nasıl oldu, neden oldu diye sorulmaz, özel nedeni vardır! Şöyle bakalım, kitapların içinde bir dünya mı doğum yeri?

Kitapların içine doğdum şöyle sayılabilir, çünkü evimde hep kitap vardı. Yani evimde babam kitap okurdu, annem kitap okurdu, yani kitabı olan bir evdi. Kitabı, hayvanı olan bir ailede büyüdüm, büyük bir ailede büyüdüm. İşte, bir memur ailesi, orta halli.. Kitap hep vardı yani.. Kitap vardı, evet, kitabın, sözün olduğu bir hayatın içinde oldum. Tekin Bey, gerek o içine doğmuş olduğum ortam, gerekse esas olarak sonraki maceram, yani işte tahsilim, vesaire vesaire.. öyle kitaplarla içiçe geçen bir dönemdi.
Sürecek…

Söyleşi, 12 Ağustos 2011 İstanbul, Beyoğlu
Fotoğraflar: Feryal Özkale Sönmez

Comments are closed.